21 Aralık 2015 Pazartesi

AÇLIK HİSSİNİ BASTIRMAK İÇİN NELER YAPMALIYIZ?


İştahımızı kontrol eden hormonlardan biri olan ''ghrelin'' mide tarafından salgılanır. Ghrelin hormonu beyin üzerinde etkilidir, iştahı ve yemek yeme isteğini artırır. Midemiz boş olduğunda ghrelin hormonu yükselerek beyine ''hadi yemek yiyelim'' sinyalini verir. Aç kaldığımızda artan ghrelin hormonu yeme krizlerine neden olur. Açlık hissi ataklarını önlemek için ghrelin hormonu seviyenizi alt düzeylere indirmeyi hedeflemelisiniz.

Peki, açlık hissini bastırmak için neler yapmalıyız?

1- Sabah uyandıktan sonra 1 saat içinde bir kahvaltı yapınız. Yapılan çalışmalar, kahvaltı yapan kişilerin gün boyunca daha az ghrelin ürettiğini ve daha uzun süre tok hissettiğini göstermiştir.

2- Rafine şekerler veya beyaz ekmek, beyaz pirinç gibi kan şekerini hızlı yükseltip insülin hormonunun salgılanmasına yol açar. Bu besinlerin yenmesiyle kanda yükselen insülin hormonu kan şekerini daha fazla düşürerek açlık hissi duymanıza neden olur. Bu nedenle tam buğday ekmeği, kepekli makarna, bulgur pilavı gibi besinleri tercih ediniz.

3- Yağsız kırmızı et, balık, hindi, tavuk, yumurta, yoğurt, süt ve peynir gibi proteinden zengin besinler uzun süreli tokluk hissi sağlar.

4- Vücudun susuz kalması açlık hissi ile karıştırılabilir. Açlık hissiniz oluştuğunda bir bardak su içiniz ve 10 dakika bekleyiniz. 

5- Triptofan vücutta serotonin salgısını artırır ve serotonin iştah hissini azaltır. Kendinizi aç hissettiğiniz zaman triptofan içeren besinleri ( muz, yulaf, avokado) tercih ediniz.

6- Ara öğünler kan şekerinizi dengeler ve açlık hissinizi baskılar. Bu nedenle kendi yaşam düzeninize göre ara öğünler yapınız.

7- Öğünlerinizde mutlaka sebze ve salatalara yer veriniz. Yeşil yapraklı sebzeler içeriğindeki posa ile tokluk hissinizi artıracaktır.

8- İyot açlık hissinin gelişmesini önler. Haftada 2-3 kere balık tüketiniz ve yemeklerinizde az miktarda iyotlu tuz kullanınız.

9- Fındık, ceviz ve tahıl ürünleri içeriğindeki krom minerali ile kan şekerini dengeler ve iştahı azaltır.

10- Yemeğe başladıktan 20 dakika sonra tokluk hissi oluştuğu için yemekleriniz yavaş yemeye çalışınız.

Diyetisyen Selvi Akman


18 Kasım 2015 Çarşamba

KLEOPATRA'NIN GÜZELLİĞİNE SAHİP OLMAK ARTIK MÜMKÜN!

Son yıllarda popüler olan iplikle ameliyatsız cilt germe yöntemi, tarihte çok eskilere dayanan bir uygulama olduğu söylenir.. Öyle ki, Kleopatra'nın yüzünden de altın iplikler çıktığı rivayet edilir.
Yaşımızın artmasıyla yüzümüzdeki hacim ve kollajen azalır. Bu azalma yerçekiminin de etkisiyle yanağın ve gıdının sarkmasına neden olur. Peki öyleyse, iplikle cilt germe yöntemi yaşla birlikte artan bu problemleri ortadan kaldırmada etkili olur mu? Ne gibi olumlu sonuçlar doğurmaktadır?
  • Cilt kalitesi artar.
  • Çene (gıdı), yanak sarkmaları toparlanır.
  • Boynun daha gergin görünmesini sağlanır.
  • Yüz ovalinin daha güzel ve net bir şekilde ortaya çıkar.
  • Burun kenarlarından dudak köşesine inen çizgiler (nazolabial) kaybolur.
  • Yüze daha genç, daha canlı bir görünüm kazandırılır.
İplikle ameliyatsız cilt germe yöntemi nedir?
Son yıllarda geliştirilen ve Avrupa'da sıkça kullanılan yeni bir cilt germe yöntemidir. Bu yöntemde cilt altına özel iplikler yerleştirilmektedir. İp, PDO (polidioksanon) adlı maddeden yapılır. Mono, screw ve cog diye adlandırılan farklı boyutlarda ve şekillerde ipler mevcuttur. Cildin sarkma durumuna göre iplik sayısı 30-100 civarı olarak belirlenir. Cildin asılması gereken ve kırışıklıkların olduğu yerlerine özel PDO iplikler yerleştirilir. İplik gerilince deriyi çeker ve istenildiği ölçüde gerilme sağlanır.
İplikle cilt germe yöntemi vücutta nerelerde kullanılır?
Yüz, boyun ve vücutta birçok uygulama alanı bulunmaktadır. Özellikle yanak, kaş ve göz kapağı sarkmasında, alın germede, bozulmuş çene çizgisinin düzeltilmesinde ve boyun germede kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra, yüzden V görünümü isteyen kişilerde de sık kullanılan bir uygulamadır. Ayrıca kol altları ve bacak içlerinde sarkmış bölgelere de kullanılmaktadır.
İplikle ameliyatsız cilt germe yöntemi nasıl yapılmaktadır?
Uygulama yapılacak bölgelere anestezik krem ve enjeksiyon uygulanır. Simetrik olması amacıyla uygulama bölgeleri kalemle işaretlenir. Cok ince iğneler içerisine yerleştirilmiş PDO ipler cilt altına yerleştirilir.
Bu işlemin dokudaki etkileri nelerdir?
PDO ipliklere cevap olarak cildiniz fibroblast ve büyüme faktörü içeren kollajen üretimine başlar. Uygulama sonrası aradaki fark hemen görülebilir. 3 ayda kollajen üretimi maksimum düzeye ulaşır. Bu fark zaman geçtikçe daha net belli olur ve cildiniz giderek daha çok gerilir. Birkaç hafta sonra sonra nihai sonuç tamamen görülebilir hale gelir ve etkisini 12-18 ay boyunca sürdürür. Hem cilt yapısında düzelme meydana gelir hem de lifting ve sıkılaşma sağlanır.
Uygulamanın avantajları nelerdir?
Cilde uygulandığında ameliyatla gerilmiş gibi bir görünüm vermemesi büyük avantajdır. Etkinliğinin ortalama 2 yıl gibi uzun süreli olması diğer avantajıdır. Aynı zamanda ince kırışıklıkları da gideren bir uygulamadır. İşlem kısa sürmektedir (30-60 dk) ve aynı zamanda oldukça güvenlidir. Yan etkisi yoktur. Lokal anestezi altında uygulandığı için ağrısız bir işlemdir. Hasta sosyal hayatına hemen devam edebilir. Aynı anda birçok estetik işlemle birlikte de uygulama yapılabilmektedir, herhangi bir komplikasyon riski taşımaz.
İplikle cilt germe yöntemi güvenli midir?
PDO uzun yıllardır tüm ameliyatlarda kullanılan dikiş ipleridir ve dolayısıyla vücuttaki etkileri çok iyi bilinmektedir. İşlem sonrasında küçük morluklar ve ödem dışında başka bir problemle karşılaşılmaz. Bu oluşan morluklar ve ödem de 2-3 gün içinde toparlanmaktadır.
İplikle cilt germe yöntemi kimler için idealdir?
Hem erkeklere hem de kadınlara uygulanabilmektedir. Genellikle 35-55 yaş arası, genç ve dinamik görünmek isteyen ve sarkmaları olan kişiler için ideal bir yöntemdir.
Uygulama sonrası nelere dikkat etmek gerekir?
Hastanın 1-2 gün kadar yemek yerken, konuşurken, mimik yaparken dikkatli olması uygulamanın kalıcı sonucunu olumlu etkiler. Yüze fazla baskı yapılmaması gerekir. Çoğu hasta uygulama sonrasında günlük aktivitelerine dönmektedir.
                                                                    Uzm. Dr. Bircan BARSBEY


Aşağıdaki fotoğraflarda OTA Poliklinik’e gelen üyelerimizin iplikle cilt germe uygulama aşamaları ve uygulama öncesi ve sonrası farkları görebilirsiniz. Üyemizin yüzün sağ bölgesine işlem uygulanmış, sol bölgesine işlem uygulanmamıştır. Karşılaştırdığımızda ip ile yüz germe işleminin ne kadar olumlu sonuçlar doğurduğunu görmemiz mümkün. Burun kenarlarından dudak köşesine inen çizgiler (nazolabial) ip ile yüz germe işleminden sonra kaybolmuş, lifting ve sıkılaşma sağlanmıştır.

Uygulama ile ilgili daha detaylı bilgi almak için doktorumuzla ücretsiz ön görüşme yapabilirsiniz. Her zaman genç kalmanız mümkün, yeter ki küçük dokunuşlara hayatınızda yer verin… Görüşmek dileğiyle!









6 Kasım 2015 Cuma

ELMA DERSEM ANDROİD , ARMUT DERSEM JİNOİD



Yağ doku son yıllarda önemli bir endokrin organ olarak kabul edilmekte. Yağ dokusu, en büyük enerji deposudur, organlarımızı mekanik dış etkilere karşı korur, yağda eriyen vitaminleri depolar, vücudumuzun ısı yalıtımını sağlar ve birçok hormonun sentezinde etkin rol oynar. Yağ dokusunun bu görevleri göz önünde bulundurulduğunda bir insanın vücudunda sıfır yağ olması gibi bir durum söz konusu değildir. Vücuttaki yağ oranı erkeklerde % 15-20, kadınlarda ise % 25-30 olmalıdır.Vücut yağ oranının; erkeklerde % 25’in üzerinde, kadınlarda ise % 35’in üzerinde olması halinde tehlike çanları çalmaya başlar. Yağ dokusunun dağılımı kişiden kişiye farklılık gösterir. Vücut yağının yoğunlaştığı bölgeye göre vücut tipi 2 gruba ayrılır. Elma tipi ve armut tipi yağlanma. Peki sizin yağ dağılımınız ne durumda?

Bir boy aynası önünde durun, vücut şeklinizi değerlendirin. Bacaklarınız ince, gövdeniz daha belirgin ise “elma tipi” , beliniz ince ,kalçalarınız daha belirgin ise “armut tipi” olarak tanımlanan vücut şekline sahipsiniz demektir.

Belim giderek kalınlaşıyor!!

Yağ dokusunun bedenin üst kısmında toplanmasına “ karın tipi” , “android” veya “elma tipi şişmanlık” denir. Bir mezura edinin ve mutlaka düzenli aralıklarla bel çevresi ölçümünüzü yapın . Ölçümde birçok ölçüm yeri kullanılmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün önerisi; en alt kaburga kemiği ile iliak kemik arası orta noktadan geçen çevrenin ölçülmesidir. Artık bel çevrenizi biliyorsunuz.

Bel çevresinin kadınlarda 80 cm, erkeklerde 94 cm geçmesi elma tipi şişmanlığın habercisidir. Yapılan araştırmalar Android yağlanma oranın %34’lere kadar çıktığını göstermekte. Karın çevresinde biriken yağlar, vücudun diğer yerlerinde biriken yağlara göre hastalık riskini daha fazla artırmaktadır. Çünkü buradaki yağ hücreleri daha büyüktür ve iç organlara daha yakındır.
Bedenin üst kısmı şişman olanlarda; koroner kalp hastalıkları, diyabet (şeker hastalığı), hipertansiyon, dislipidemi ( kolesterol, trigliseridin artması), iyi huylu kolesterolün düşmesi,karaciğer yağlanması daha sık görülür.

Pantolonlarım dar geliyor!!

Yağ dokusunun vücudun alt bölümlerinde (kalça ve uyluklarda) toplanmasına “ kadın tipi” ,“jinoid” veya “armut tipi şişmanlık” denir. İsminden de anlaşıldığı gibi kadınlarda erkeklere oranla görülme sıklığı fazladır. Estetik olarak hiç kimsenin memnun olmadığı bu durum aslında sağlık yönünden avantajdır. elma tipi yağlanmaya oranla diyabet, kalp hastalıkları gibi kronik hastalıklara yakalanma riski daha düşüktür. Bu vücut şekline sahip kişilerde eklemlerde ağrı,varis gibi damar problemleri görülür.

Kilo kaybı ve sağlıklı beslenme şart!

Her iki vücut tipinde de en uygun tedavi kilo kaybı, fiziksel aktivite gibi yaşam tarzı değişikliğidir. İşte sağlıklı kilo kaybı için beslenme uzmanınızdan öneriler;
  1. Günde 2-2,5 litre su tüketmeye özen gösterin. Yemeklerden yarım saat önce içtiğiniz su, mide asidini azaltarak, açlığı baskılar.
  2. Günde 2-3 porsiyon yağsız süt,yoğurt tüketin. Süt ürünlerinde bulunan kalsiyum yağ yakımını hızlandırıyor.
  3. Günde 10 adet badem tüketin. Düzenli badem tüketimi bel çevresinde %10’a kadar düşüş sağlıyor.
  4. Fiziksel aktivitenizi arttırın. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre haftada 150 dakika spor yapmanız yeterli .
  5. Haftada 2-3 gün mutlaka balık tüketin. Omega-3 içeriği sayesinde balık yüksek trigliseriti düşürmede etkili.
  6. Keten tohumunu beslenmenize ekleyin. Salatalarınıza , yoğurdunuza ekleyerek iyi huylu kolesterolünüzün artmasını sağlayabilirsiniz.
  7. Tuz tüketiminizi sınırlandırın. Günde 1 çay kaşığı tuz yeterli olacaktır.
  8. Öğle yemeklerinde et, tavuk, balık, kurubaklagil yemeği , akşam ise sebze yemeği tercih etmeniz kilo vermenizi kolaylaştıracaktır.
  9. Kızartma yerine ızgara, fırında, haşlama gibi sağlıklı pişirme yöntemleri tercih edin.
  10. Yemeklerinizi baharatlarla renklendirin. Hem metabolizmanızı hızlandırın , hem yemeklerinizi lezzetlendirin.  
Vücudunuzda yağlanmanın hangi bölgelere toplandığı, sağlığınız ve dış görünümünüz için çok önemlidir. Vücut tipinize göre beslenip, doğru bir egzersiz programıyla ideal kilonuza kavuşabilirsiniz.

Diyetisyen Selvi Akman





1 Ekim 2015 Perşembe

SONBAHAR MEVSİMİNDE NASIL BESLENMELİYİZ?


Sonbahar vücut direncinin azalmasıyla enfeksiyon hastalıklarının ve depresyona girme riskinin arttığı bir mevsimdir. Bu dönemde yeterli ve dengeli beslenme hem bedenimizin hemde ruhumuzun korunması açısından önemlidir.

Peki, bağışıklık sistemimizi güçlendirmek ve kilo kontrolünü sağlamak için neler yapmalıyız?

Güneş ışınlarının azaldığı bu günlerde her gün 20-25 dakika güneşe çıkmak D vitamini ihtiyacımızı bu dönemde karşılayacaktır. Güneşin bol olduğu zamanlarda serotonin, melatonin hormonlarının salgısında artış olur. Bu hormonlar kendimizi daha zinde hissetmemizi sağlar.

Omega-3 yağ asitlerinden zengin olan balık, kalp sağlığını korumaya yardım ederken, D vitamini gereksinimini de karşılar. Sonbahar mevsiminde haftada 2-3 kere balık tüketmeye özen gösterin.Süt ürünleri D vitamini ve kalsiyum gereksinimine de yardımcı olur.

Bağışıklık sistemimize güç kazandırmak için besinlerle birlikte A, C vitaminleri ile demir, selenyum, magnezyum ve çinko almaya dikkat edin. Et, tavuk, balık ve yumurta gibi besinleri sebze ve meyvelerle birlikte tüketin. A vitamini ihtiyacınızı havuç, ıspanak, brokoli ile karşılayabilirsiniz. Portakal, mandalina, limon, kuşburnu, sivri biber, maydanoz ve roka C vitamini içerir. Deniz ürünlerinden selenyum yumurta, et, süt, tahıl ve deniz ürünlerinden çinko kırmızı et, tavuk, kuru üzümden demir tahıl ve deniz ürünlerinden magnezyum ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz.
Öğünlerde dört ana besin grubu olan süt ürünlerine,et ürünlerine, tahıl ürünlerine, sebze ve meyvelere mutlaka yer verin.

Havaların soğumasıyla tüketimi artan çay, kahve gibi içecekler suyun yerini tutamaz. Bu nedenle günde en az 1.5 litre su için. Limon dilimlerini sularınıza ekleyerek hem aromalı bir tat hemde C vitamini alabilirsiniz.

Sonbahar mevsiminde gecelerin uzaması ve hareketsizlikle birlikte kilo kontrolü sağlamak zorlaşır. Öğün atlamadan az ve sık beslenin. Kan şekerinizi dengede tutmak için ara öğünlerde sağlıklı atıştırmalıklara yer vermeyi unutmayın! Böylelikle tatlı krizlerinizi kontrol altına alabilirsiniz. Haftada 3 kere yapacağınız en az 30 dakikalık tempolu yürüyüşler kilo kontrolü sağlamanıza yardımcı olur.

Diyetisyen Selvi Akman



21 Eylül 2015 Pazartesi

YAZ SONRASI YÜZE YERLEŞEN LEKELER




Derideki leke problemi toplumda oldukça sık rastlanmaktadır. Bu lekeler, kişide dış görünüşü etkilediğinden kozmetik ve psikolojik problemlere neden olabilmektedir. Özellikle yaz aylarında koruma kremi sürmeden güneşe fazla maruz kalma sonucunda yüzde lekeler ortaya çıkabilmektedir.

Cildimizin koyu ya da açık renkte olmasını sağlayan deride bulunan melanin adı verilen pigmentlerdir. Melanin pigmentinin özellikle yüz gibi görünen bölgelerdeki bölgesel artışları cilt lekelerini oluşturmakta ve kişiyi rahatsız etmektedir. En sık rastlanan güneş lekeleri çiller (lentigo, efelid), melazma (gebelik lekeleri) ve yaşlılık lekeleridir.

Etyolojide en önemli faktör güneşe maruziyet ve genetik yatkınlıktır. Ayrıca gebelik, hormon tedavileri (doğum kontrol hapları), kozmetikler, tiroid fonksiyon bozukluğu, sistemik hastalıklar ve kalıtsal hastalıklar da sorumlu tutulmaktadır. Bu durumların tespiti için çeşitli testler yapılmaktadır.
İlaçlar (bazı kalp ve tansiyon ilaçları, antibiyotikler (tetrasiklin grubu), epilepsi ilaçları ) ve bazı besinler (baklagiller, incir, dereotu, bergamut, limon) de bazı kişilerde güneşe duyarlılık yaratma yoluyla lekeye neden olabilir.

Özellikle bahar ve yaz aylarında yüz bölgesine yapılan sir, ağda gibi uygulamalardan sonra, kimyasal peeling uygulamalarından sonra lekelenme olabilmektedir.

Lekeler, çoğunlukla yanak, alın, dudak üstü, çene gibi güneş gören bölgelerde ortaya çıkmaktadır. Kadınlarda ve özellikle koyu tenli cilt tipi IV-VI olanlarda daha sık görülür.

Leke tedavisi öncesi lekenizin bir dermatoloji-cilt doktoru tarafından cilt analizi yapılarak teşhis ve tedavi edilmesi çok önemlidir. Klasik olarak leke tedavisine kış ayları ekim gibi başlanması önerilmektedir.

Hastalıkta melanositler ultraviyole ile kolayca stimüle olabildiği için hastaların güneş ışınlarından ve ultraviyole kaynaklarından kaçınılması, spektrumu geniş güneşten koruyucu kremler kullanılması gerekir. Daha önceki gebeliklerde leke gelişen kadınların gün boyu güneşten korunması gerekir. Kozmetik ve ilaçlar gibi bazı duyarlandırıcı ürünlerden kaçınmak önemlidir.

Leke tedavisinde topikal ajanlar, dermabrazyon, kimyasal peeling, PRP, mezoterapi ve lazer gibi işlemler uygulanır.

Lazerle leke tedavileri yaygın olarak kullanılmaktadır. Q Switch lazer ile sadece sorunlu bölge üzerinde çalışarak etrafındaki dokulara zarar vermeden lekeler tedavi olabilmektedir. Melanin pigmenti içeren hücreleri yıkarak ve derinin üst katmanını soyarak etkili olur. Q Switch lazer kollajen üretimini uyarak cildin gençleşmesine yardımcı olur. Cildin gerginliği artar, gözenekler sıkılaşır, renk ve ton farkları azalır. İşlem sonrası dönemde günde en az iki kere 30 SPF ve üzeri güneş koruyucu krem kullanılması gereklidir.






Dermatoloji Uzmanı Dr. Pelin TAŞKIRAN

16 Eylül 2015 Çarşamba

KABIZLIK ve BESLENME




Kabızlık yani konstipasyon, barsak hareketlerinin yavaşlaması ile dışkılama sıklığının azalması ve haftada üçten az sayıda dışkılama olarak isimlendirilir. 

Yetersiz posa alımı ve az su tüketimi kabızlığın başlıca nedenleri arasındadır. Bunların dışında hareketsizlik, alkol tüketimi, hormon bozukluğu, gebelik, yaşlılık ve bazı ilaçlar gelmektedir.

Beslenme alışkanlıklarımızda yapacağımız bazı değişiklikler kabızlık probleminizi azaltır.

Peki, bu değişiklikler nelerdir?
  • Güne 1 bardak ılık su ve kuru meyve tüketerek başlayın.
  • Günde 2-2.5 litre su için. Su, barsak hareketlerinin düzenlenmesinde en önemli faktörlerden biridir.
  • Her gün 1 kase probiyotik yoğurt veya kefir tüketin.
  • Haftada 2 kez kuru fasulye, nohut, barbunya, yeşil mercimek gibi kuru baklagiller tüketin.
  • Günde 5 porsiyon sebze ve 3 porsiyon meyve tüketmeye dikkat edin. Meyveleri kabuklu tüketin ve bu dönemde elma, muz, şeftali gibi meyvelerden uzak durun.
  • Beyaz ekmek yerine tam buğday ekmek tercih edin.
  • Kabızlıkta oluşan şişkinlik için yeşil çay, rezene ve papatya çayı için. Eğer süt tüketimi şişkinlik yapıyorsa, laktozsuz sütü tercih edin.
  • Günlük beslenmenizde ıspanak, marul, kereviz, taze fasulye, salatalık, fındık, badem gibi magnezyumdan zengin besinleri tercih edin.
  • Yemeklerinizde ve salatalarınızda zeytinyağ kullanın.
  • Günde düzenli olarak 30 dakikalık yürüyüşler yapın.
Beslenme alışkanlıklarınızda değişikliğe gitmeden sinameki içerikli bitki çayları ve laksatif içerikli ilaçlar kullanmayınız.Çünkü bu ilaçların uzun süre kullanımı barsak tembelliği oluşturur. Bu dönemde mutlaka doktora ve beslenmenizi düzenlemesi için bir diyetisyene başvurun.

Diyetisyen Selvi Akman


25 Ağustos 2015 Salı

DOĞANIN SÜPÜRGESİ; POSA



  Besinlerin sindirilmeyen kısmına posa yani diyet lifi denir. Posa çözünen ve çözünmeyen olmak üzere iki çeşittir. 

  Çözünmeyen posanın iyi kaynağı olan besinler; tam buğday unundan yapılmış ürünler, buğday ve mısır kepeği, sebze ve meyvelerdir. Çözünen posanın ise; kuru baklagiller, yulaf, arpa, bezelye, elma, portakal, havuç gibi sebze ve meyvede bulunur. Posa sebze ve meyvelerde dış kabuk ve tohum kısımlarında bulunmaktadır.

  Suda çözünmeyen posa; suyu tutarak, sindirime yardımcı olmakta ve bağırsakların düzenli çalışmasını sağlamaktadır. Dışkıya yumuşaklık ve hacim kazandırarak kabızlığı önler. Çözünen posa ise kolesterol seviyesini düşürerek kalp hastalıklarından korunmaya yardımcı olur. Glikoz emilimini geciktirerek, kan şekerinin dengede kalmasını sağlar. Posa yönünden zengin yiyecekler diyetin enerji yoğunluğunu azaltır ve daha uzun süre tokluk hissi sağlar. Böylece ağırlık kontrolüne yardımcı olur. 

  Günlük posa alımı için öneriler kadınlarda 25 gram , erkekler için 38 gramdır. Günlük gereksinimi karşılamak için 5 porsiyon sebze ve meyve ile birlikte tüketilecek kurubaklagil ve tam tahıllı ürünler yeterlidir. Aşırı posa tüketildiği zaman; ishal, gaz oluşumun yanı sıra  bazı minerallerin emilimini olumsuz etkiler.  Bu nedenle vücudun tolere edebileceği miktar tüketilmesi gereklidir. 
                                                                                         Diyetisyen Selvi Akman

12 Ağustos 2015 Çarşamba

KAHVALTI YAPMADAN GÜNE BAŞLAMAYIN, ÇÜNKÜ ;



  • Sağlıklı beslenmenin en önemli kuralı güne dengeli bir kahvaltı ile başlamaktır.
  • 8-12 saatlik açlıktan sonra vücudunuzun ihtiyacı olan enerjiyi sağlayan ilk öğün kahvaltıdır.
  • Kahvaltıda alınan besinler sayesinde vücudun azalan besin deposu ve kan şekeri düzeyi tekrar normal seviyelere gelir.
  • Beyin için en önemli enerji kaynağı glikozdur. Sabah kahvaltısı yapılmazsa beyinde yeterince enerji oluşamaz. Bu durumda yorgunluk, baş ağrısı, sinirlilik ve dikkatsizlik gibi sorunlar yaşanır.
  • Kahvaltı gece boyunca düşük seviyelerde olan metabolizma hızını %20-30 oranında artırır.
  • Kahvaltıyı atlamak sonraki öğünde daha çok yemek yemenize sebep olur. Bu durumda kilo kontrolünü zorlaştıran etkenlerden biridir.
  • Güne iyi bir kahvaltı ile başlamak için kompleks karbonhidrat, protein , lif, vitamin, mineral bakımından zengin ve az yağlı besinler tercih ediniz.
  • Dengeli bir kahvaltı günlük enerjini % 25'ini karşılar.
  • Kahvaltıda tüketilecek protein yumurta, peynir, süt ve yoğurt gibi besinlerden karşılanabilmektedir. Kahvaltıda yeterli miktarda protein alımı kan şekerinin düzenli kalmasını sağlar.
  • Kahvaltıda sebze veya meyve tüketilmesi içerdikleri posa nedeniyle de doygunluğu daha uzun süre sağlar.
Güne istekli başlamada ve sürdürmede sabah kahvaltısı son derece önemlidir.

Diyetisyen Selvi Akman  


3 Temmuz 2015 Cuma

BAĞIRSAK DOSTU ; KEFİR


  Kefir, Kafkas kökenli ve son zamanlarda popülaritesi artmış olan bir besindir. Sütün mayalanmasıyla elde edilen krema kıvamında, hafif ekşimsi tadı olan fermente bir süt içeceğidir.Diğer fermente süt ürünlerinden farkı; bakteri ve maya içeren kefir tanelerinden yapılmasıdır. Kefir taneleri beyaz-sarımtırak renkte, karnabahara benzeyen yapıda ve fındık büyüklüğündedir.

  Kefir sindirim sisteminin dostudur, normal şartlarda bağırsaklarımızda faydalı ve zararlı mikroorganizmalar vardır. Faydalı yani probiyotik mikroorganizmalar yeterli tüketildiğinde bağırsaklarda zararlı mikroorganizmaların çoğalmasını engeller. Bunun için de probiyotik bakteri içeren besinler tüketilmelidir. Kefir , en etkili probiyotik bakteri içeren bir besindir. Bir kaşık kefirde 70-100 milyon arası probiyotik bakteri bulunmaktadır.

  Sütteki tüm besin maddelerini içerdiği için kefirin beslenme değeri yüksektir. Kefir , dost bakteriler ve mayalarla birlikte protein ve kalsiyum deposudur. Bunun yanı sıra B12, B1 ve K vitamini, magnzeyum, potasyum ve fosfor mineralleri açısından iyi bir kaynaktır.

 Kefir içerisindeki probiyotik faydalı bakteriler sindirim sisteminin düzenli çalışmasını sağlar. Aynı zamanda bağışıklık sistemini güçlendirir. Kefir, kolesterolü bağlayarak yüksek kan kolesterolünü düşürür. Böylelikle kalp damar hastalıkları riskini azaltır. Yüksek protein içeriğinden uzun süre tokluk hissi oluşturur. Kalsiyum ve magnezyum içeriği ile sinir sisteminin sağlıklı çalışmasına yardımcı olur. İçerisinde yer alan antioksidan bileşenleri ile kanserli hücre oluşumunu engeller. Kefirdeki laktoz fermantasyon sırasında laktik aside dönüştüğü için laltoz intoleransı olan bireyler kefiri rahatlıkla tüketebilir.

  Kefirin tadını sevmiyorsanız, biraz sulandırıp içine nane veya dereotu koyarak ayran gibi içebilir veya meyveleri blenderden geçirip kefire ilave ederek kahvaltıda tüketebilirsiniz. 


                                                                      Diyetisyen  Selvi Akman 

22 Haziran 2015 Pazartesi

KAHVALTININ YENİ ALTERNATİFİ; YULAF EZMESİ




  Son dönemlerde popülaritesi artarak kahvaltılarda yerini alan yulaf ; bol miktarda lif, protein, E vitamini, magnezyum, potasyum, çinko,bakır, manganez, selenyum, fitoöstrojen, polifenol ve tiamin nedeniyle çok faydalı bir tahıldır.

  Yulafta hem çözünebilir hem de lif yüksek ornda bulunmaktadır. Yulaftaki beta-glukan olarak bilinen çözünebilir lif, yulaf ezmesine taşıdığı yüksek besinsel değeri veren maddedir.

Yulaf Ezmesi Nelere Yarar Sağlar?

1- Sindirim sistemini düzenler ve kilo kontrolü sağlar. İçerisinde bulunan lif, suyu tutarak şişer, midede yer kaplayarak tokluk hissi oluşturur.  Kabızlığı önler.

2- Kolesterolü düşürür. Kötü kolesterol dediğimiz LDL kolesterolü düşürerek; koroner kalp hastalığı riskini azaltmaktadır.

3- Kandaki şekerini düzenler. Karbonhidratların sindirimini yavaşlatarak kan şekerinin hızlı yükselmesini önler. Bu nedenle Tip-2 diyabet riskini azaltmaktadır.

4- Vitamin ,mineral ve antioksidan içeriği sayesinde bağışıklık sistemini güçlendirir.

5-Yulaf ezmesinde bulunan lif ve diğer besinler bazı kanser türlerinin tedavisinde yardımcı olabilir.

6-Yulaf, kasları tazeleyen ''lisina'' denilen bir protein ve sinirlerin işlevini düzenleyen B grubu vitaminleri içerdiği için spor yapan bireylerde kas kitlesini arttırmada yardımcıdır.

  Kahvaltı da, 3 yemek kaşığı yulaf ezmesini, 1 su bardağı süt , kuru meyve veya taze meyveler ile birlikte tüketebilirsiniz.
Diyetisyen S. Selvi AKMAN 

HAMİLELİKTE KAFEİN TÜKETİMİ





  Gebelikte bebeğin tek besin kaynağı annesidir, bu yüzden annenin beslenmesi çok önemlidir.Gebelik döneminde kafein tüketimi ,anne adayları tarafından içecekler, yiyecekler ile alınmaktadır. 

  Kafein doğada pek çok bitkinin meyvesinde, tohumunda ve yaprağında bulunur. Bunlardan en önemlileri çay yaprakları, kahve ve kakao çekirdekleri ile koladır. Ayrıca bazı ilaçlarla da kafein alınmaktadır.

  Kafein içeceklerle alındığında hızla vücuda geçmekte ve hücrelere geçişi sırasında herhangi bir bariyer olmadığı için hızlı bir şekilde plasenta aracılığıyla bebeğe gitmektedir. Vücuda 200 mg kafein alındığında bebeğe kan gönderen plasentanın içindeki kan akışında % 25 azalma bulunmuştur.

  Annenin metabolik, genetik ve çevresel özellikleri bebeğe geçen kafein miktarını etkilemektedir. Anne adayının sahip olduğu kafein yıkımını sağlayan metabolizma, bebekte henüz kafeini metabolize edecek olgunluğa erişmemiştir. 
Bu yüzden de yıkımı sağlanamayan kafein, bebekte daha yüksek düzeylerde bulunabilmektedir. Yapılan çalışmalar hamilelikte aşırı miktarlarda kafein alımının düşük riski, erken doğum , düşük doğum ağırlığı olabileceğini göstermektedir.

 Aynı zamanda kafein bir idrar söktürücüdür. Hamilelik sırasında fazla miktarda alımı sıvı ve kalsiyum kaybına yol açabilir.

 Özellikle gebelikte demir ihtiyacı artmaktadır. Kafeinin olumsuz etkilerinden biri de yemeklerden hemen sonra alındığında demir emilimini azaltmasıdır.

 Sonuç olarak kafein; gebelik sürecinde bebekte gelişme geriliği yapan ve tüketim miktarının artırılmasıyla da bebekte görülen olumsuz etkiyi pekiştirmesinden dolayı gebelere günlük diyetlerinde 200 mg'ın üzerinde kafein alımı önerilmemektedir.

Günlük yaşantımızdaki yiyecek ve içeceklerdeki kafein oranı;


Kafein oranı
1 fincan filtre kahve
135-200 mg
1 fincan espresso
100 mg
1 fincan cappuccino
100 mg
1 fincan türk kahvesi
57 mg
150 cc hazır kahve
57 mg
150 cc dekafeine kahve
5 mg
175 cc demleme çay
20 - 110 mg
330 cc buzlu çay
70 mg
200 cc hazır çay
30 mg
50 g ağırlığında çikolata
50 mg
100 gr sütlü çikolata
20 mg


Diyetisyen  Selvi AKMAN 

8 Haziran 2015 Pazartesi

GLİSEMİK İNDEKS VE GLİSEMİK YÜK NEDİR?





Glisemik İndeks 

  Bir karbonhidratın glisemik indeksi onun kan şekerini yükseltme özelliğidir. Glisemik indeks, glikozun değeri 100 kabul edilerek diğer karbonhidratların kan şekerine etkisine göre değerlendirilir. Kan şekerini çok yükselten karbonhidratlara yüksek glisemik indeksli, az yükseltenlere düşük glisemik indeksli karbonhidratlar denir. Yüksek glisemik indeksli karbonhidratlar kan şekerini çok arttırdığı gibi insülin hormonunun seviyesinin artmasına yol açar.Protein ve yağlar için glisemik indeks söz konusu değildir.

  Bir gıdanın glisemik indeksi 55'ten az ise düşük, 56-69 arasında ise orta, 70' ten yukarı ise yüksek glisemik indeksli gıda denir. Yüksek glisemik indeksli gıdalar beyaz ekmek, pirinç, kek ve pasta gibi yiyeceklerdir. Orta glisemik indeskli gıdalar şeker yükü fazla olan ananas, papaya, muz, karpuz gibi meyvelerdir. Düşük glisemik indeksli gıdalar ise tam tahıllar, süt ürünleri,baklagiller, sebzeler, meyveler ve kuruyemişlerdir.

  Zayıflamak isteyen kişiler glisemik indeksi düşük gıdalarla beslenmelidir. Şeker yükü yüksek olan nişastalı yiyecekler, baklava, kek, pasta, bal, reçel, hazır meyve suları ,beyaz ekmek, beyaz pirinç ve patates gibi gıdalardan uzak durulmalıdır. Ekşi mayalı tam buğday ekmeği, buğday, bulgur, yulaf sebzeler ve bazı meyveler tüketilmesi önerilen düşük glisemik indeksli gıdalardır. Düşük glisemik gıdalar yüksek glisemik indeksli gıdalara göre daha uzun tok tutar ve bu nedenle sonraki öğünde daha az yemeyi sağlar.

Glisemik Yük 

  Glisemik indeksi düşük gıdaların günlük tüketim miktarı da önemlidir. Fazla miktarda düşük glisemik indeksli karbonhidrat yenirse yine kilo alımı olur. Bu nedenle glisemik yük önem taşır.

  Glisemik yük bir günde yenen karbonhidrat miktarının oluşturduğu toplam şeker yüküdür. Her besinin glisemik indeksi ile glisemik yük miktarı aynı değildir.
Glisemik yük hesaplamak için, yenen gıdanın glisemik indeksi ile o gıdadaki karbonhidrat miktarı çarpılarak 100 sayısına bölünür. Glisemik yük 20' den fazla ise yüksek, 11-19 arası orta, 10'dan küçükse düşüktür. Kilo vermek için fazla karbonhidrat almamak gerekir. Bu nedenle glisemik yükü daha az olan gıdalar tercih edilmelidir.

  Sonuç olarak, glisemik indeks bir gıdanın kan şekerini yükseltme özelliğini verir. Ancak bir günde tüketilecek karbonhidrat miktarı da önemlidir. Kilo vermek isteyen kişiler glisemik yük günde 60-75 olacak şekilde beslenmelidir. Glisemik indeks düzeyi de ortalama 50-55 arasında olmalıdır.           
                         
                                                                                            Diyetisyen S. Selvi Akman

29 Mayıs 2015 Cuma

RAMAZAN AYINDA BESLENME



    Dünyanın birçok yerinde milyonlarca Müslüman İslami takvimin ( Hicr’in) 9. ayı olan ramazan ayında dini bir zorunluluğu yerine getirmek için oruç tutmaktadır.

  Ramazan ayının toplumumuzda önemli bir yeri olduğu için öğünler daha zengin hazırlanmaktadır. Genellikle kırmızı et, pilav, makarna, ekmek, hamur işi ve tatlıların tüketimi artmakta ve buna karşılık yetersiz sıvı tüketimi ve sebze-meye tüketimiyle karşılaşılmaktadır. Her zaman olduğu gibi Ramazan ayında da amaç yeterli ve dengeli beslenmek olmalıdır.

  Ramazan ayında bireylerin beslenme alışkanlıkları değişmektedir. Normalde üç ana ve birkaç ara öğünden oluşan beslenme düzenimiz, Ramazan’da biri güneş doğmadan diğeri ise güneşin batışından sonra iki ana öğüne düşmektedir. Oruç, metabolizmada bazı değişikliklere neden olmaktadır. Uzun süren açlık sonucu az enerji alımı ile metabolizma yavaşlar. Bu nedenle yeterli ve dengeli beslenilmez ise fazla kilo alınır ve vücut yağı artar.

  Ramazan ayında yapılan yanlışlardan biri de gece yatman önce yemek yemek veya sahura kalkıp sadece su içmektir. Yapılan çalışmalarda sahura kalkılmadığı zaman açlık süresinin uzadığı ve bu uzun süreli açlık sonrasında gelişen hipogliseminin yorgunluk, baş ağrısı ve unutkanlık gibi belirtilere neden olduğu belirtilmiştir. Bu durumu engellemek için mutlaka sahura kalkılmalıdır. Sütlü veya sulu çorbalar, kahvaltı türü yiyecekler tercih edilmelidir.

   İftar zamanı günlük öğün sayısı azaldığı için mideye aşırı yüklenmemek gerekir. Bunu önlemek için iftarı birkaç parçaya ayırmak ve besinleri iyi çiğnemek gerekir. İftara hafif yemeklerle başlayıp, 15-20 dakika sonra ana öğün tüketilmelidir. Ana öğün olarak çorba, et, sebze ve salata tüketip 2-3 saat sonra ara öğün olarak yağlı, şerbetli tatlılar yerine meyve veya sütlü tatlılar tüketilirse daha sağlıklı beslenme sağlanabilir.

  Ramazan ayının yaz aylarına gelmesinden dolayı vücuttan sıvı kaybı artmaktadır. Günde ortalama 2-2.5 litre su tüketilmelidir.

  Oruç tutarken besinleri iyi çiğnemek, azalan öğün sayısını az ve sık yiyerek sahur ve iftar dahil 1-2 ara öğünle dörde çıkarmak gerekmektedir. Özellikle ızgara, haşlama ve fırında yapılan yemekler tercih edilmelidir. Ramazan ayını rahat geçirmek için haftada 3 kez düzenli hafif egzersiz yapılmalıdır. 

                                                                                                                 Diyetisyen 
                                                                                                                 Selvi AKMAN

1 Nisan 2015 Çarşamba

YAŞLANIRKEN GENÇ GÖRÜNEBİLMEK


Ruhumuzun ve kişiliğimizin aynası olan cildimiz yılların geçmesiyle bir takım değişikliklere uğrayarak eski güzelliğini, canlılığını yitirir. Yaşam süresinin uzaması nedeniyle, yaşlanırken genç kalmak hepimiz için vazgeçilmez bir tutku haline gelmiştir.

Genetik faktörler, güneşin olumsuz etkileri, stres, hormonal faktörler yaşlanma sürecini değiştiren en önemli etkenler arasındadır. Genetiğimizi değiştiremeyiz ama diğer etkenlerle savaşmamız oldukça mümkündür. 

1996 yılından beri hizmet veren ve Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir kuruluş olan OTA Poliklinik, yaşlanırken sağlıklı ve güzel kalabilmenin olanaklarını sunmaktadır. Kliniğimizde diyetten leke tedavilerine, dövme silmeden lazer epilasyona uzanan büyük bir yelpazede teknoljinin tüm olanaklarını kullanarak ve son gelişmeleri takip ederek hizmet vermekteyiz.

Sağlıklı yaşlanabilmek, doğal bir şekilde gençleşmek için ilk şart iyi bir cilt bakımıdır. Bu nedenle, tedavilerimize başlamadan önce cilt analiziyle cildin durumunu tespit ediyoruz. Cildin tipi, kalınlığı, kollajen miktarı, hangi bölgelerin yaşlanmaya başladığını ve leke durumunu inceleyip cildin ihtiyacı olan uygulamaya karar veriyoruz.

Kişi 20-30 yaşları arasında, belirgin çizgilere ve lekelenmeye sahip değilse yaşlılık sürecini yavaşlatmak cildin nemli ve canlı durmasını sağlamak için Mezoterapi yapılabilir.

Mezoterapi,cildin ihtiyacı olan nemi, vitaminleri özel karışımlar halinde cildin canlı tabakası olan orta tabakasına özel uçlu iğnelerle verilmesi şeklinde uygulanır. Buradaki amaç çevresel kirlilik ve güneşin zararlı etkileri sonucu olan serbest radikallerin ciltten uzaklaştırılmasını sağlamaktır. Çünkü serbest radikaller cildin yaşlanma sürecinde önemli rol oynarlar ve hücre ölümüne sebep olabilirler. Mezoterapi ile verilen antioksidanlar ve A,C,E gibi vitaminler serbest radikallerinin eliminasyonunu sağlayarak cildi zamana karşı korur.

Mezoterapi ürünleri, “dermaroller” denilen küçük çelik iğneler yerleştirilmiş tambur şeklinde bir aletin cilde uygulanmasıyla da cilde verilebilir.  Ayrıca bu özel iğneler hücrelerin uyarılarak yenilenmesini sağlarlar ve ciltte kan dolaşımını hızlandırarak cildin oksijenlemesini artırırlar.
30 yaşımızdan sonra cildimizde yavaş yavaş çizgiler oluşmaya başlar. Bunların bir kısmı mimik çizgileri bir kısmı ise dinlenme esnasında da görülen kırışıklıklardır. Eğer kırışıklıklar hafif ise Mezoterapi, Dermaroller tedavisi (dermaterapi ) yeterli olacaktır. Eğer çizgiler daha derin ise hyaluronik asit içeren hafif dolgular kullanılabilir.
Mimik kırışıklıklarının oluşmaması ve var olan azaltılması için altın standart hala Botoks uygulamasıdır.                
Bunun yanı sıra, PRP dediğimiz işlemle de cildin canlandırılması, ince kırışıklık ve lekelerin giderilmesi mümkündür. Uygulama esnasında, kişinin kanından elde edilen plazma kullanılır. Plateletler veya diğer adıyla trombositler, vücudumuzda hasarlı dokuları onaran ve büyüme faktörlerini yapısında barındıran kan elemanlarıdır. PRP uygulamasıyla hasarlı dokuya kan dolaşımıyla taşınabilecek olandan çok daha fazla platelet verilir. Aktive olmuş bu plateletlerden salınan büyüme faktörleri ciltte yenilenme sürecini başlatır. PRP aynı zamanda saç dökülmeleri için de oldukça uygun bir tedavi yöntemidir. Saçlı deride kök hücrelerini uyararak yeni saç yapımını destekler, böylelikle saç dökülmesi ortadan kaybolur.

35-40 yaşlarından sonra cilt altı bağ ve destek dokuları eski diriliğini ve kuvvetini kaybettiğinden yerçekiminin etkisine dayanamaz ve aşağıya doğru sarkmalar başlar. Bu süreçte özellikle göz çevresindeki ince derili yumuşak doku tabakası etkilenerek üst ve alt göz kapağı düşmeye, yanaklar ise aşağıya doğru sarkmaya başlar. Bu sarkmalara karşı son zamanlarda gayet doğal ve ameliyatsız bir işlem olan Örümcek Ağı veya İp Tedavisi dediğimiz işlemi yapmaktayız. Cilt tarafından emilen ve yan etkisi olmayan bu iplerin etrafını kollajenler sararak cildin sıkılaşması sağlanır. 2 yıla kadar etkili olan bu yöntemde 30 dakika gibi kısa bir sürede ameliyatsız bir şekilde sarkan cildiniz gerilir ve mükemmel bir görünüme kavuşursunuz.

OTA Poliklinik’te bunun yanı sıra en son teknoloji lazerlerle cildi onaran, hücre yenilenmesini sağlayan, kırışıklıkları azaltan ve lekeleri gideren lazer tedavileri de yapılmaktadır.
20 yıllık hekimlik ve tecrübelerimize dayanarak, koruyucu tedavilerin erken yaşlarda başlanmasından yanayız. Sağlıklı ve genç bir cilt için OTA Poliklinik olarak sizleri aramızda görmekten ve yardımcı olmaktan mutluluk duyacağız. Unutmayın, her kişinin içinde bir değişim isteği vardır, yeter ki içinizdeki değişim ateşini uyandırın.

LAZERLE CİLT YENİLEME


SORU: Lazer işlemleri ne gibi tedavilerde kullanılmaktadır?
Lazer İngilizce bir terim olup “light amplification by stimulated emission of radiation” (uyarılmış radyasyon salınımıyla ışığın kuvvetlendirilmesi) kelimelerinin baş harflerinden oluşmuştur. Lazer cihazlarıyla birçok tedavi gerçekleşmektedir. Örneğin; Lazer Epilasyon, Dövme Silme, Anti-aging Tedaviler, Damarsal Lezyonlar, Cilt Yenileme ve Leke/İz Tedavileri için farklı lazer çeşitleri bulunmaktadır.

SORU: Kaç farklı çeşit lazer vardır?
Lazerler, ablatif ve non-ablatif lazerler şeklinde ikiye ayrılır. Ablatif olanlar üst deriyi soyarak etki gösterirler. Cilt soyularak kendini yenilerken, akne izi, yara izi, kırışıklıklar da iyileşme gözlemlenir. Ablatif olmayan lazerler ise soymadan deri altını ısıtıp kolajen üretimini artırırlar. Etkinliği ablatif lazerlere oranla daha düşüktür.

SORU: Fraksiyonel lazer nedir?
Fraksiyonel Lazer, hem ablatif (soyucu) uygulamanın etkisine hem de non ablatif uygulamanın güvenliğine sahiptir. Etkinliği yüksek bir yöntemdir, yan etkisi de şaşırtıcı bir şekilde düşüktür. Uygulama sonrası açık yara oluşmadığı için iyileşme süresi oldukça kısadır. Ciltteki kolajeni ve epiteli yenilemeye yönelen gelişmiş bir lazer sistemidir. Kontrollü hasarlama (mozaikleme) mekanizması sayesinde yara izlerinin küçülmesine, düzleşmesine ve çevre doku ile uyumuna yardımcı olur.

SORU: Fraksiyonel lazer nasıl çalışır?
Yüzeyden gönderilen toplu iğne ucundan küçük lazer ışınları derinin alt tabakalarına ulaşarak mozaik deseni gibi ince sütunlar halinde ciltteki sorunlu alanları tarar. Bu alanlarda karşılaştığı bozuk bağ dokusunu, kolajeni ve epidermal dokuyu soymadan ciltte mikro kanallar açma yöntemi ile yok eder.

SORU: Uygulama ağrılı mıdır?
Lokal anestezik kremler kullanılarak çok hafif bir yanma hissi ile işlem gerçekleştirilir. İşlem sırasında soğutma cihazı kullanılarak yanma hissi en minimum seviyeye çekilir.

SORU: Fraksiyonel Lazer ile cilt yenileme tedavisi kaç seans sürer?
Fraksiyonel Lazer 4-6 seans uygulanır. Seans süresi maksimum yarım saat sürmektedir. Seans aralıkları 4 haftadır. Kişiye göre tedavi sayısı değişebilir. Sonuçlar ilk tedaviden itibaren görülür, istediğimiz sonuçlar ise 3 tedavi sonrasında görülmeye başlar. Sonuçlar cildin kendini yenileme hızı ile paralel hızda gerçekleşir. Bu yüzden çok ileri yaşlara gelmeden bu uygulamaların yapılmasını önermekteyiz.

SORU: İşlemden sonra günlük yaşama hemen dönebilir miyiz?
Uygulama sonrası 1-2 saat süren bir kızarıklık olur. 3-4 gün kadar ciltte hafif soyulma yaşanarak ciltte yenilenme meydana gelir. İşlem sonrasında cilt nemlendirilerek, güneş koruyucusu kullanılır. Hafif makyaj 2 gün sonra yapılabilir. İyileşme çok hızlı gerçekleştiğinden kişi günlük hayatını aksatacak bir sorun yaşamaz. Herhangi bir yara iz, leke oluşumu gerçekleşmez.

SORU: Etkili olduğu başka sorunlar var mıdır?
Sivilce izleri, ameliyat izleri, yanık izleri, çatlak, kırışıklık ve lekelerde de oldukça etkili bir yöntemdir.

SORU: Sivilce izlerini veya çatlakları yüzde yüz düzeltir mi?
İzin ve çatlağın derinliği, kişinin yaşı ve cilt yapısı göz önünde bulundurularak net bir yanıt verilebilir. En düşük başarı oranı %50 düzelmedir.


AMELİYATSIZ İP İLE YÜZ GERME TEDAVİSİ (ÖRÜMCEK AĞI TEDAVİSİ)


SORU: Kullanılan ipler ne çeşit iplerdir?

Kullandığımız ipler “PDO” (Polydioxanone) adı verilen farklı boyut ve şekillerde olabilen iplerdir. Aynı zamanda, ameliyatlarda da kullanılmaktadır.

SORU: İplerin etkisi ne kadar sürer?

İlk olumlu etkiler ipler yerleştirilir yerleştirmez başlar ve 1-2 ay içinde maksimuma ulaşır. Kalıcılığı 1,5-2 yıldır. 

SORU: PDO ipleri ile tedavi nasıl gerçekleşiyor?
                            
Bu yöntem klasik iple yüz germe yönteminden çok farklıdır ve çok daha güvenlidir. PDO İpleri örümcek ağına benzer şekilde cilt altına farklı yönlerde yerleştirilir. Böylelikle, ciltte kollajen üretimi uyarılır ve sıkılaşma başlar. İpler, 6-8 ay içinde tamamen erirken kollajen artarak yüzü yukarı doğru çeker.

SORU: PDO İpleri ile tedavi ne gibi durumlarda uygulanır?

Yüz, boyun ve vücutta yaş ile oluşan kırışıkların giderilmesinde, ciltteki gevşemelerin giderilmesinde, aynı zamanda cilt dokusundaki sarkmalarda bu tedavi uygulanabilir. Herhangi bir yaş sınırı yoktur. Her yaş ve cilt tipinde güvenle uygulanabilen bir yöntemdir.

SORU: Tedavi nasıl uygulanmaktadır?

PDO İpleri ile tedavi bir cilt germe ameliyatı DEĞİLDİR. Kişi, işlemin yapıldığı gün normal gündelik hayata devam edebilir. Özel olarak tasarlanmış iğneler ile PDO ipleri cilt altına gönderilir. Bu işlem sırasında uygulanacak bölgeye lokal anestezi yapılır. Cildin ve yumuşak dokuların sarkma derecesi ve tedaviye uygunluğu önemlidir. Seanslar uygulanacak bölgeye göre 20-30 dakika sürmektedir. İşlem sonrasında ciltte oluşacak kızarmaları önlemek adına uygulama yapılan bölgeye krem sürülür.

SORU: İpler tek tip midir? 

Kullandığımız ipler: Mono, Screw, Cog adı altında geçiyor. Bu iplerin sarmal yapıları, uzunlukları ve kalınlıkları farklıdır. Uygulama yapılacak bölgeye göre ip çeşidine karar verilir.

SORU: Etkisi ne zaman başlar ve ne kadar sürer?
Uygulama yapıldıktan hemen görmek mümkündür ancak 1-2 ay içerisinde maksimum verimlilik sağlanır.

SORU: Bu tedavinin tan etkileri var mıdır?

Uygulama sonrası kızarma ve hafif şişme görülebilir fakat gayet doğal bir işlem olması nedeniyle 1-2 gün içerisinde cilt kendisini toparlamaktadır.

SORU: İp ile Yüz Germe uygulamasının yapılması diğer işlemlerin uygulanmasına engel midir?
Kesinlikle değildir. Hatta ip uygularken aynı anda iğne çıkmadan hyaluronik asit olan Mezoterapi ürünleri de verilebilir. İşlemden önce ve sonra diğer botoks, dolgu vb. işlemler yapılabilir.

SORU: İpleri yüzümüz dışında vücudun diğer bölgelerinde de kullanılabiliyor musunuz?
Bacak içleri, kollar, sarkmış göbek için de uygulama yapılmaktadır.
                                   
                        

DOLGU & BOTOKS UYGULAMALARI - IŞIK DOLGUSU


SORU: Dolgu nedir, zararlı mıdır?
Dermal dolgular yaş ve yüz şeklinin değişmesi sonucu ortaya çıkan hacim ve dolgunluğunu kaybetmiş yüz bölgelerini yeniden eski haline getirmek, statik kırışıklıkları gidermek, yüz kontürünü yenilemek amacıyla uygulanır. Bunun yanı sıra, hyaluronik asitin cildi canlandırma etkisiyle deri kalitesi ve parlaklık artar. Hyaluronik asit, insan vücudunda normal olarak bol miktarda bulunan bir madde olduğu için kullanımları oldukça güvenlidir. 

SORU: Dolgu ne kadar süre dayanır?
Uygulama sonrası vücudun metabolizma sistemine bağlı olarak 6-12 ay süre ile etkinliklerini korurlar.

SORU: Dolgu işlemi sonrası hemen günlük hayatımıza dönebilir miyiz?
Uygulama alanlarında (özellikle dudakta daha çok karşılaşmaktayız) ilk 2 gün hafif şişlik oluşabilmektedir. Buz uygulaması, bu duru durumun çabuk iyileşmesinde etkili olacaktır.

SORU: Işık dolgusu nedir?
Işık dolgusu” İsviçre Teoxane Laboratuarları tarafından cilde ışığı yansıtma kapasitesini geri vermek için üretilmiş mezoterapi ve dolgu tekniklerini birleştiren patentli yepyeni bir konsepttir. Işık dolgusu tüm yüz, eller, dekolte ve göz altına uygulanmaktadır. Diğer dolgu maddelerinden farklı olan en önemli özelliği içeriğidir. Bu içerik hyalüronik asit ve yeniden yapılandırma kompleksinden (8 aminoasit, 3 antioksidan, 2 mineral ve 1 vitamin) oluşmaktadır. Cilde nem verir lifting etkisi vardır. Hyaluronik asitin su tutma özelliğinden dolayı cilt gerilir, nemlenir. İnce çizgiler açılır ve ciltte ışıltı meydana gelir.

SORU: Botoks ne gibi durumlarda kullanılmaktadır?
A tipi botulinum enjeksiyonu (Botoks), kas hareketlerini engeller, özellikle alındaki kırışıklıkları, göz çevresindeki çizgileri, kaş ortası çizgileri ve boyundaki kırışıklıkları, çizgileri azaltır. Botoks, işleminde, direkt kasların içine, ince iğneler ile enjekte edilir ve çizgilerin yaklaşık 4-7 gün içerisinde yok olması sağlanır. Aynı zamanda, yeni kırışıklıkların oluşması da engellenir.

SORU: Botoks ne gibi tedavilerde kullanılmaktadır?
Özellikle mimik kaslarının hareketine bağlı olarak ortaya çıkan kırışıklık ve çizgilerde, aynı zamanda da el, ayak, koltuk altı terlemeleri ve migren ağrılarında Botoks uygulanmaktadır.

SORU: Botoks için yılan zehiri diyorlar, doğru mudur?
Yanlış bir bilgidir. Botoks, bir bakteriden üretilen kuvvetli bir ilaçtır. Botoks uygulaması 1970'lerden beri özellikle göz doktorları, nörologlar ve fizik tedavi doktorları tarafından çeşitli kas hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır. Son 15 yıldır da estetik amaçlı kullanımı yaygınlaşmıştır.